İyi Yaşam Seninle Başlar...
Özellikle 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan sanayi devrimi ile beraber hayatlarımızı yönlendirmeye başlayan ekonomik ve teknolojik oluşumlar, insanoğlunu her gün biraz daha doğasından uzaklaştırdı; uzaklaştırmaya da devam ediyor. Ve yine o dönemleri takiben ekonomik güce sahip olmaya başlayan kişiler, insan doğasının kendini beğendirme, değerli hissetme ve sevilme ihtiyacını baz alarak temel, yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasının dışında ürünler geliştirmeye ve sıra dışı vaatlerle satmaya başladı. Hali ile artan ilgi, ürün çeşitliliği ve üreticiler sektörel rekabet ortamlarını oluşturdu. Rekabetin doğası gereği farklı olmak gerekiyordu. Daha fazla kişiye ulaşmak gerekiyordu. İşte Amerika’nın dünyaya sunduğu en büyük keşiflerinden biri Pazarlama ve Reklam sektörü de bu ihtiyacın sonucu doğdu.
20. yüz yılın ortaları itibari ile artık insanoğlunun gerçekte neye ihtiyacı olduğundan daha çok, neye sahip olursa daha çok itibar göreceği, havalı olacağı, kısaca beğenilip sevileceği markaların gölgesinde bir hayat tarzı başladı. Toplumun bir parçası olarak var olabilen insanoğlu, zaman içinde toplumsal güdülenmeler, aidiyet ihtiyacı ve dışlanma endişesi ile de günümüzün modern kölelik sisteminin içinde kendini, özünü kaybetti.
Marka dediğimiz esasında, bir ürünü tanıtmaya, benzerlerinden ayırmaya yarayan, o ürünün simgesi olan, resim ya da harften ibaretken birden pazarlama ve reklam dünyasının gücü ile insanlara vaatler ve farklı itibar seçenekleri sunan, akıl dışı bir değere, duyguya dönüştü. Nicelik, niteliğin üzerine çıktı. Mutluluk marka bir elbise, sevgi tek taş yüzük, başarı havalı bir otomobil, para itibar ve güç oldu. Daha fazlasına sahip olmak için daha fazla para, daha fazla para için daha fazla çalışmak, daha fazla çalışmak için daha fazla zaman…
En nihayetinde de evrenin en kaliteli ve nitelikli ürünü olan insanoğlu ise varoluş doğası itibari ile zaten bu farklılıklara sahipken, kendi markası dışında dünyadaki tüm markaların kölesi haline geldi.
Oysa dünyada yaşayan her bir bireyin kendine özgü bir görünüşü, ruhu, aklı, zekası, duygusu, bakışı, duruşu hatta kokusu var. Kimse sıradan değil. Herkes özel. Herkes değerli. Üstelik dünyaya geldiği en çıplak hali ile… Kendini anlamanın ve yeteneklerini keşfetmenin dışında tek ihtiyacı olan, yaşam amacı doğrultusunda, doğasına uygun yaşamayı becerebilmesi…
20. yüz yılda derin bir uykuya dalan insanoğlu, 21. yüz yılda yavaş da olsa uyanmaya başladı. Bu sefer koca bir yüz yıl boyunca her şeyi materyalize etmeye, sömürmeye ve hızlıca tüketmeye alışmış insanoğlu, Doğu’nun öze bakan yaşam felsefesini, iyi yaşam konseptini global bir trend haline getirdi.
Artık neredeyse elini sallasan bir yaşam, nefes koçuna, kişisel gelişim uzmanına çarpıyor. İçselleştirilmeden, hap gibi alınan eğitimler, seminerler, belgeler… 100-150 kişiye oksijeni bile sınırlı olan, kapalı otel salonlarında verilen nefes terapileri, enerji, meditasyon çalışmaları… Çağın en büyük hastalığı stresten arınmak için çaresizce çözüm yolu arayanların bir umut uygulamaya çalıştıkları kurtarıcı yöntemler… Okunan kitaplar, katılınan gruplar, etkinlikler… İki gün her şeyin harika olduğu ama üçüncü gün içe çöküşün yeniden başladığı hayatlar… Tek bir yöntemin, tüm insanoğlunun stres ve mutsuzluğuna çözüm olması mümkün olsaydı, psikologlar da bireysel değil meydanlarda toplu seanslar yaparlardı!
Kişisel gelişim… Adı üstünde kişisel olması, alınması, yaşanması, dıştan içe, içten dışa yaşanması gereken bir süreç… Modaya uyup da yapmış olmak için değil, gerçekten özümsenerek, içselleştirilerek, bir yaşam biçimine dönüşmesi gereken bir süreç… Ve bu sürecin başlangıcı da kendine uyanış… Henüz “ben” olmadan “biz” olmaya çalışan sağlıksız toplumlar yerine, “kendine uyanmış ben” lerden oluşan “dünyaya uyanmış biz”lerin yaratacağı sağlıklı toplumlara doğru iyi yaşam yolculuğu…